İYİ PARTİ GRUBU ADINA ERHAN USTA (Samsun) -Kamuoyunda “vergi yapılandırması, vergi ve prim yapılandırması, matrah artırımı kanunu” diye bilinen 265 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin tamamı üzerinde İYİ Parti Grubu adına söz aldım;
Şimdi, teklifin detaylarına birazdan geçeceğim, ancak ona geçmeden önce, bir defa, hepimiz biliyoruz ki ekonominin temeli güvendir. Güvenin olmadığı bir ekonomide, ister doğru ister yanlış olsun hiçbir iktisat politikasından sonuç almak mümkün değildir. Bir sosyal sermaye olan güven ile büyüme arasındaki ilişki de akademisyenler tarafından test edilmiş ve zaten akademik olarak, bilimsel olarak da çok yakın bir ilişki bulunmuştur.
Ekonomimizde kayıt dışılığımız yüksek
Örneğin, bazı makalelerde Türkiye için yüzde 10 güvenin artması durumunda bunun büyümeye yaklaşık 1 puanlık bir etkisi olduğu ifade edilir. Tabii, bu bizim açımızdan, özellikle kaynak kısıtı çeken, dış kaynağa bağımlı olan bir ekonomi açısından da daha da fazla önemli. Niye? Çünkü bizim dışarıdan ucuz ve sağlam kaynağa ihtiyacımız var. Bizim kendi ekonomimizde kayıt dışılığımız yüksek, dolayısıyla sistem dışına paranın kaçabildiği bir ekonomik ortam yaşanılıyor. Bu açıdan baktığımızda, esas itibarıyla bizim açımızdan güven meselesi çok daha önemli. Tabii, güvenin olmadığı ekonomilerde her şey çok maliyetli oluyor.
İşte, örnek olsun diye söylüyorum: Daha bundan birkaç ay öncesine kadar CDS oranları 500’ler civarındaydı, şimdi de 400’lerin üzerinde. İşte, politika faizimize bakıyorsunuz yüzde 19, dünyanın en yüksek politika faizini uyguluyoruz. Enflasyonumuz yüksek, kur dalgalı ve sürekli yükselen bir kurumuz var. Yani artık orada fiyat kaybolmuş durumda. Hiç kimse -yarın kurun ne olacağı konusunda fiyat verirken- ithalatçı olsun, ihracatçı olsun normal bir imalatçı olsun kuru bilmeden fiyat veremiyor, sağlıklı bir fiyat oluşumu yok, böyle bir ortam yaşanıyor. Dolayısıyla, güven bu açıdan son derece önemli fakat bakıyoruz, bu ülkede güveni oluşturma makamında olanlar, güveni bozan temel unsurlar hâline gelmiş. Yani sözleriyle, fiileriyle güven oluşturması gerekenler, görevi o olanlar, güveni bozucu temel unsur hâline gelmiş.
Türkiye’de kuvvet ayrılığı yok
Türkiye, maalesef, kuvvetler ayrılığının kalmadığı, yasama ve yargının tamamen yürütmenin kontrolü altında olduğu bir ortamda yaşıyor. İşte, o yüzden birazdan birkaç şey sıralayacağım böyle bir ortamda güven olabilir mi diye. Şimdi, bakıyorsunuz, hani, iktisat politikası netice alamaz dedik ama Türkiye’de maalesef tutarlı bir iktisat politikası yok. Yani bir politikadan bahsedemeyiz. Onun dışında, makro ve uzun vadeli bir bakış yok. Yani pusulasını kaybetmiş bir ekonomideyiz ve böyle bir ekonomide güven olmaz arkadaşlar.
”Bir Cumhurbaşkanının tehditler savurduğu bir ekonomide güven olmaz”
Cumhurbaşkanının bir siyasi parti liderine, bir siyasi partinin Genel Başkanına “Daha neler olacak, bunlar sizin iyi günleriniz, daha neler göreceksiniz.” diye tehditler savurduğu bir ekonomide güven olmaz. Yılın ortasında beyanname verme süresi başlamış, kurumlar vergisini daha doğrusu bir vergiyi artırırsanız o ekonomide güven olmaz, belirsizlik olur. Bir ekonomide altı ayda bir yapılandırma kanunu çıkarırsanız o ekonomide güven olmaz. Bir ekonomide, uluslararası hukuk açısından, dış politika açısından, çevre açısından, su kaynakları açısından, ekonomi açısından, kentleşme açısından, finansman açısından toplumu hiçbir şekilde ikna edemediğiniz bir Kanal İstanbul Projesi’ni ben illa yapacağım derseniz o ekonomide güven olmaz. Kamu kaynaklarının kullanımı denetleyecek denetim sisteminin yok edildiği bir ekonomide güven olmaz.
Ehliyetin, liyakatin kalmadığı bir dönem
Ehliyetin, liyakatin kalmadığı, nepotizmin, kayırmacılığın hat safhaya çıktığı, bazı meşhur ailelerin memleketin her tarafında örgütlendiği bir ekonomide güven olmaz arkadaşlar. Kurumları kaldırarak veya sürekli oynayarak, onu alıp onun yerine koyarak, Lego gibi kurumlar üzerinde oynayarak, uzmanlığı yok ederek devletin kurumsal kapasitesinin zayıflatıldığı bir ekonomide güven olmaz.
Merkez Bankasının Bağımsızlığı Tamamen Yok Oldu
Merkez Bankası başta olmak üzere kurumların bağımsızlığının artık neredeyse yok edildiği bir ekonomide güven olmaz. Türkiye İstatistik Kurumunun neredeyse açıkladığı her verinin doğruluğunun tartışıldığı bir ekonomide güven olmaz. Yargının çalışmadığı, kritik kararlar verirken siyasi talimat beklediği bir ülkede güven olmaz.
Sedat Peker’in 10 bin dolar maaş bağladığı siyasetçi
Alt mahkemelerin Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımadığı ve bunu tanımamasına rağmen de yöneticiler tarafından da bu durumun desteklendiği bir ekonomide güven olmaz. Siyasetçilerle ilgili yolsuzluk iddialarının had safhaya çıkmasına rağmen savcıların başını kuma gömdükleri bir ekonomide güven olmaz. İçişleri Bakanının televizyona çıkıp Sedat Peker’in bir siyasetçiyi 10 bin dolara maaşa bağladığı iddiasına ve “Savcılar çağırırsa anlatırım.” taahhüdüne rağmen savcıların harekete geçmediği bir ekonomide güven olmaz.
Herkesin sustuğu bir ülkede güven olmaz
Aynı kabine içinde İçişleri Bakanının Cumhurbaşkanına, eski bakanlara tehditler savurduğu, suçlar isnat ettiği, “Bak, konuşurum.” şantajında bulunduğu, hiçbir şey yokmuş gibi bunlar karşısında herkesin sustuğu bir ülkede güven olmaz. Vicdanlı bir savcının çıkıp suç olmayan bazı ifadelerinden dolayı konuşması sonrasında görevden el çektirildiği ve hakkında soruşturma açıldığı bir ekonomide, bir ülkede güven olmaz.
Dünyada en fazla tutuklu gazetecinin bulunduğu bir ülkede güven olmaz. Dünyada kamudan en fazla ihale alan 10 müteahhidin 5’inin olduğu bir ekonomide güven olmaz.
Merkez Bankası rezervlerinin hukuksuz bir şekilde eritildiği, Meclisinde sağlıklı müzakerelerin olmadığı, kanunların uygulanmadığı bir ülkede güven olmaz. Dış politikada bir uçtan öbür uca savrulurken sıfır itibarla, komşularıyla kavga içerisinde bir dış politika yürüten bir ülkede güven olmaz. Bir başka ülke başkanı tarafından Cumhurbaşkanına şantaj yapıldığı bir ülkede güven olmaz.
Siyasi gerginliğin, kutuplaşmanın iktidar sahiplerince körüklendiği bir ülkede güven maalesef olmaz. Dünyaca ünlü yayın organlarında her gün olumsuz bir haberin, makalenin yayınlandığı bir ülkede güven olmaz. Piyasa mekanizmasının çalışmadığı, sermaye kontrollerinin ha geldi ha gelecek diye konuşulduğu, kararlarda şeffaflığın ve hesap verilebilirliğin olmadığı bir ekonomide güven olmaz. Tek bir kişinin her konuda yetkili olduğu bir ülkede güven olmaz.
Cumhurbaşkanın kendisini ha bire bir yerlere atadığı bir ülkede güven olmaz. Bürokratların siyasetçilere laf yetiştirdiği memuriyet anlayışının olduğu bir ülkede güven olmaz. Netice itibarıyla Sayın Berat Albayrak’ın dediği gibi at izinin it izine karıştığı bir ülkede güven olmaz. Güvenin olmadığı bir ekonomide de yatırım olmaz, yatırımın olmadığı bir yerde istihdam olmaz, gelir olmaz arkadaşlar. Olursa da veya yabancı sermaye kısmen gelirse de çok yüksek maliyetlerle gelir, ülkenizin kaynağını emer, sömürür, götürür.
Aslında baktığımızda Türkiye’de… Şimdi, bu kanuna bağlayacağım bütün bu meseleyi, bu faslı o yüzden uzatıyorum çünkü altı ayda bir kanun çıkartıyoruz, yapılandırma kanunu çıkartıyoruz. Böyle bir şey olabilir mi? Ama güven yoksa bir ekonomide işte bu kanundan da netice alamıyorsunuz. Dolayısıyla, Türkiye’de baktığımızda şu anda birbirini besleyen üç tane kriz var: Bir yönetim krizi var, bu Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle had safhaya çıkmıştır; ekonomik kriz var, öteden beri geliyor; yine, yönetim krizinin beslediği bir ekonomik kriz var. Bir de son dönem de bunlara pandemi krizi eklenmiştir. Dolayısıyla, bu kadar krizlerle boğuşan bir ekonomide güveni tesis etmeden hiçbir şeyden netice alma imkânı yoktur. Bu anlamda, Hükûmetin bu konuda daha dikkatli bir şekilde davranması gerekir.
TÜİK’in açıkladığı veriye de güven yok
Şimdi, kanun teklifine geçmeden önce birde şu ilk çeyrekteki yüzde büyüme konusu konuşalım. Şimdi, bazı arkadaşların muhtemelen aklına geliyordur “Ya güven yok, güven yok diyorsunuz ekonomi yüzde 7 büyüyor, bu nasıl oluyor?” diyorsunuz. Zaten TÜİK’in açıkladığı veriye de güven yok, o işin ayrı boyutu. Ben verinin yanlış olduğunu filan iddia etmeyeceğim, verinin doğru olduğu kabulünden bir kısım açıklamalar yapacağım.
Şimdi, en azından son dönemde görmediğimiz bir şekilde büyümenin bir kısmının sabit sermaye yatırımlarından ve net ihracattan gelmesi işin sevindirici yanıdır tabii, ama yine ana omurga özel tüketimden geliyor, onu da görmemiz gerekiyor. Arkadaşlar, bu büyümenin biraz detaylarına baktığımız zaman aslında bir defa bu büyüme, kredilerle finanse edilen bir büyüme, ya işin bu kısmı bence son derece önemli.
Kredi artışı kadar ancak millî geliri artmış
Bakın, fazla uzatmadan şu kadarını söyleyeyim -yani 2 Nisan, en son veriler itibarıyla yani mart sonu diyelim biz- 2020’nin Mart sonunda krediler toplamı Türkiye’de 2,9 trilyon lira. Bir yıl sonra, 2 Nisan 2021’de yani mart sonu haftası 3,7 trilyon TL. Dolayısıyla, krediler toplamında 830 milyar lira bir artış var. Bakıyorsunuz, aynı dönemde, bir yıllık dönemde -yıllıklandırılmış olarak bakıyorum millî gelire, çeyreklik millî gelir değil- on iki aylık millî gelir ne kadar artmıştır diye bakıyorsunuz, 892 milyar lira artmış. Yani kredi artışı kadar ancak millî geliri artmış bir ekonomiden bahsediyoruz. Dolayısıyla, yapılan bütün yatırım, tüketim, her ne varsa bunların hepsi krediyle finanse edilmiş. Aynı trendi tüketici kredilerinde de görmek zaten mümkün. Orada da kredilerin finanse ettiği bir büyüme var. Bir defa bu, mutlak suretle üzerinde durulması gereken bir husustur. Dolayısıyla, bunu kestiğiniz zaman büyüme yavaşlayacak, onu söylemeye çalışıyorum.
Diğer bir husus, şimdi, büyüme var diyoruz fakat bu büyüme kapsayıcı bir büyüme değil. Madem böyle bir büyüme var, yine 2020’nin birinci çeyreğinden 2021’in birinci çeyreğine geldiğimizde geniş tanımlı işsiz sayısının 2 milyon 531 bin kişi arttığını görüyoruz, işsizlikte 6 puan yükselme var. Yani o zaman bu büyümeye siz nasıl “Sıhhatli bir büyüme.” diyebilirsiniz? Ve geniş tanımlı işsiz sayısı da 2021 birinci çeyreği sonrasında 10 milyon kişiye ulaşmıştır değerli arkadaşlar. Dolayısıyla, bu büyüme, bu anlamda kapsayıcılığı olmayan, toplumun değişik kesimlerinin eşit olarak faydalanamadığı bir büyümedir.
İş gücü ödemelerinin millî gelirden aldığı pay
Şimdi, diğer bir husus, gelir yönüyle büyümeye baktığımızda, bu büyümeden iş gücünün payının giderek azaldığını görüyoruz. Son yedi yılın -rakamlarla sizi boğmak istemiyorum- en düşük seviyesindedir, nedir o? İş gücü ödemelerinin millî gelirden aldığı pay. Ve son yılda, bakın bir yılda 3,5 puan azalmıştır. Bunlar normal bir ülkede 0.1-0.2 oynar; bizim ülkemizde son bir yılda işçi ücretlerinin millî gelirden aldığı pay 3,5 puan azalabiliyor. Ve bunun sonucunda da -dediğim gibi- son yedi yılın en düşük seviyesinde gerçekleşiyor, zaten başka rakamlar da bunu teyit ediyor, kişi başına millî gelir açısından baktığımız zaman da yedi yıldır küçülen bir ekonomi vardır.
Dolayısıyla, bu büyüme, gelir adaletsizliğini artıran bir büyüme olmuştur, onu tespit etmemiz lazım veya tersinden baktığımız zaman da işletme artığı veya kâr dediğimiz oranın da aynı nispette yükseldiğini görüyoruz. Son yedi yılın en yüksek kârının, millî gelir içerisinde payın son yedi yılda en yüksek olduğu bir büyümeyi, bir dönemi yaşıyoruz. Dolayısıyla, böyle baktığımızda, bu büyüme maalesef sevinilecek bir büyüme değildir; bu büyümeden zor durumda olan esnaftır, memurdur, çiftçidir, bunlar faydalanamamıştır.
İSO 500 rakamları
Ha, büyük İSO 500 rakamlarına da baktığımızda… Aslında, bu enflasyon artıyor -zaten bunu hep söylüyorduk biliyorsunuz- yüksek enflasyonlar dar gelirlileri vurur veya işsizi daha fazla vurur çünkü onların gelirini ayarlama imkânı yoktur ama sermaye kesimi yüksek enflasyon durumlarında çoğu zaman kendini ayarlayabilir. İSO 500’ün sonuçlarına baktığımızda aslında bunu gördük, kâr marjlarında hiçbir düşüş olmamış, onlar kendini ayarlayabilmişler ancak toplumun önemli kesimi maalesef bu anlamda sıkıntıya düşmüş.
Değerli arkadaşlar, dolayısıyla, şimdi, bununla bağlantılı olarak 2 tane ülke hayal edin. Bir ülke var, ekonomisini kapatmış, insanlarının sağlığını koruyor, ölüm oranlarını, vaka sayılarını azaltmış, karşılıksız destek veriyor, vatandaşını mağdur etmemiş fakat biraz az büyümüş, belki de negatif büyümüş. Bir ülke, bu.
Hangi ülkede yaşamak istersiniz?
Diğer ülke var, ekonomi açık, hiçbir şekilde kapatmamış, vaka sayıları dünyada en yüksek oranlara çıkmış, ölüm sayıları artmış, destek vermemiş, vatandaşı perişan olmuş, ekonomisi büyümüş. Hangi ülkede yaşamak istersiniz? Bu soruyu soralım. Yani, şimdi kendilerini mukayese ediyorlar bazı ülkelerle, büyüyemiyor denilen ekonomilerin tercihidir arkadaşlar o. Ekonomisini kapatmış “İnsanım ölmesin.” demiş “Salgın artmasın.” demiş “Ben de parayı veririm aslanlar gibi, ondan sonra üretimim varsın biraz az olsun, ben onu daha sonra telafi ederim.” demiş. Şimdi, biz bunu yapmadık, evet, ekonomi kapatmadık ama insanların perişan olduğu bir ekonomik ortam yaşıyoruz. Dolayısıyla, bu yüzde 7 büyüme meselesini fazla büyütmemek gerekir diye düşüyorum.
Ne getiriyor kanun teklifi?
Şimdi, bu kanun teklifine geldiğimizde… Değerli arkadaşlar, ne getiriyor kanun teklifi? Yani, çok üzerinde durulacak bir yanı yok esas itibarıyla çünkü altı ay önce bunların hepsini zaten konuştuk biz burada. Vergi ve sosyal güvenlik primlerinde bir yapılandırma imkânı getiriyor. Daha sonra matrah ve vergi artırımı -özellikle gelir ve kurumlar vergisinde, KDV’de- yani siz şunu söylüyorsunuz, diyorsunuz ki: “Orada, kanunlarda belli oranlar var -son beş yıl için yapılıyor bu- o oranlarda, belli oranlarda artırırsanız ve onun vergisini verirseniz bugüne kadar ne yapmış olursanız olun, ister vergi kaçırmış olun, tamamen herhangi bir incelemeye, soruşturmaya tabi olmadan paranızı helal hâle getirmiş oluyorsunuz.” bunu getiriyor, bir de işletme kayıtlarının düzeltilmesini. İşte stok meselesi, özellikle kasa düzeltmeleri gibi onlara da imkân getiren bir kanun teklifi. Onun dışında da belki önemli olan fakat çok fazla işlev görmeyen bir de sicil affı getiriyor.
Sicil Affı
Çünkü pandemide hakikaten sicil affından etkilenildi, yani sicil affı gerecek durumlar oluştu, ona ilişkin bir husus var. Mesela, biz, orada bir önerge verdik: “Bunu Aralık 2021’de değil de Haziran 2022’ye kadar olsun çünkü pandemi hâlâ devam edecek, insanlar son ödemelerini hâlâ yerine getiremeyecek. Dolayısıyla, madem bir kanun çıkardık, bundan biraz daha insanların buradan faydalanması için imkân tanıyalım.” dedik fakat onu da maalesef, AK PARTİ milletvekilleri önergemizi kabul etmediler. Şimdi, fakat bu kanunun gerekçesinde bir tuhaflık var arkadaşlar, yani gerekçede pandemi gösteriliyor. Şimdi, bakıyorsunuz altı ay önce kasım ayında, kasım ayı rakamları çok mukayese edilebilir değil çünkü hasta sayısı, vaka sayısı vardı. Hemen aralık ayı rakamlarını alırsak, yani pandemi gerekçe olamaz onu söylemeye çalışıyorum.
Aralık ayında 777 bin vaka var, şu anda bakıyorsunuz mayıs ayında 428 bin vaka var. Yani aralıkta vaka sayısının daha fazla olduğu zaman bir kanun çıkartıyorsunuz, ondan sonra tekrar ikinci de bir kanun çıkardığınızda tutuyorsunuz pandemiyi gerekçe gösteriyorsunuz. Veya “Son beş yılda, matrah artırımı nedeniyle bir anlamda inceleme ve soruşturma yapılmayacaktır.” hükmü getirdiğiniz bir kanunun pandemiyle ne alakası olabilir? “2016’da, 17’de, 18’de, 19’da pandemi mi vardı?” diye sorarlar. Dolayısıyla bu güven kaybını zedeliyor, yani bunları daha ciddi yapmak lazım. Saygınlığını da azaltıyor kanunun, bu kanunu verenler açısından veya işte onu hazırlayan kurumlar açısından söylüyorum, bir defa bunu bir tespit etmemiz gerekiyor.
Onun dışında, tabii, yapılandırma devam ediyor. Biz, aslında geçer seferkinde, yani haklılığımız bir kez daha ortaya çıktı. Biliyorsunuz 2021 yılının ocak ve şubat aylarında prim ve vergi için ilk taksitin başlaması öngörüldü… Orada dedik: “Arkadaşlar: Ocakta, şubatta -geçtiğimiz ocak için bahsediyorum- pandemi düzelmeyecek, pandemi en yüksek şekilde, en hızlı şekilde devam ediyor.