Jannah Theme License is not validated, Go to the theme options page to validate the license, You need a single license for each domain name.
Kamu Haberleri

Deprem Komisyonu Raporu mecliste tartışmaya açıldı!

HAYRETTİN NUHOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Deprem Komisyonu raporu üzerine İyi Parti Grubu adına söz aldım;

Ülkemiz deprem üretme potansiyeli yüksek diri fayların olduğu bir coğrafyada yer almasına rağmen ne yazık ki toplumda deprem bilinci oluşmamıştır. Deprem bir doğa olayıdır, afete dönüşmesi insan eliyle gerçekleşmektedir, ortaya çıkan can ve mal kayıplarının sorumlusu yapılaşmanın her kademesindeki yetkililer ve yöneticilerdir. Deprem afete dönüşen diğer doğa olaylarında olduğu gibi çok ciddi sorunlar ortaya çıkarır. Can kayıpları, yaralanma ve sakat kalmalar, psikolojik sorunlar, bulaşıcı hastalıklar, ekonomik kayıplar, acil yardım harcamaları, üretim ve gelir kaybı, pazar kaybı, enflasyon artışı, işsizlik ve planlanan yatırımların gecikmesi gibi sayabileceğimiz sorunlar depremin ne kadar korkunç bir felaket olduğunu ortaya koymaktadır.

Tarih boyunca coğrafyamızda çok yıkıcı depremlerin olduğu bir gerçektir. Son yüzyılda ülkemizde meydana gelen depremlerde 100 binden fazla insanımız hayatını kaybetmiştir, 700 bin civarında yapı enkaza dönüşmüştür, 10 binlerce insanımız da sakat kalmıştır. Geçen yıl meydana gelen 3 depremde 168 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Bu yıl çok şükür ölümlü bir deprem yaşamadık, inşallah yaşamayız da. Ne var ki küçük depremler de bile herkesin korku ve endişesi hâlâ devam etmektedir. Onun için, deprem konusunda yapılan çalışmaların başarı hikâyesi olarak sunulmasını doğru bulmuyoruz çünkü atılan adımlar çok küçük kalmaktadır. Küçük başarılardan mutlu olup oyalanmak bir sonraki depremde gözyaşlarının dökülmesine engel olamamaktadır.

Komisyonun dört aylık çalışmaları rapor hâline getirilmiş olup bilgilerinize sunulmuştur. Ekleriyle birlikte 500 sayfalık raporun son bölümünde 268 öneri yer almaktadır. Bu Komisyondan önce Türkiye Büyük Millet Meclisinde 7 komisyon kurulmuştur. Bunlardan özellikle 2’si, 1977 ve 1999’da kurulanlar kapsamlı çalışmalar yapmış ve çok önemli önerilerde bulunmuştur. Bu önerilerden eğitim ve uygulamayla ilgili olanların yerine getirilmediğini, araştırmayla ilgili olanların ise önemli ölçüde yerine getirilmiş olduğunu söyleyebilirim. Bu sebeple, depremlerin yer ve özelliklerini biliyor olmamıza rağmen uygulamada başarılı işler yapılamadığı için olumlu sonuçlara ulaşılamamıştır.

Komisyon çalışmaları sırasında 37 kamu kurumu sunum yaptı. O hâlde, devletin içinde depremle ilgilenen 37 tane farklı kurum var demektir. Bu kurumlar arasında düzenli bir veri akışı yoktur. Birkaç farklı bakanlığa bağlıdırlar ve aralarında koordinasyonu sağlayacak bir otorite de yoktur. Dolayısıyla, aynı konuda verilen bilgiler ve sayılar çoğu zaman farklı olmaktadır. Sunum yapan Tapu ve Kadastro Genel Müdürü “Bizim ülke olarak en büyük sıkıntımız, fiili durumdaki bilgiler ile devletin kayıtlarında tutulan bilgiler arasında maalesef bire bir oturan bir sistem yok.” demek suretiyle verilerdeki uyumsuzluğu itiraf etmiştir.

Aynı görevi birkaç kurumun yaptığı ve aralarında uyum olmadığı da görülmektedir. Mesela, ülkemizde kaç hane olduğunun tespitinde Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, Nüfus ve Vatandaşlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve TÜİK görev yapmaktadır ama verilen rakamlar birbirini tutmamaktadır. Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürü “Yirmi yılda 6 milyon 700 bin konut yapacağız.” diyor. On sekiz yılda bir milyona yakın yani yılda ortalama 55.500 konut yapılmış. Bu hızla, bu ortalamayla yirmi yılda sadece 1 milyon 110 bin konut yapılabilir, dedikleri 6 milyon 700 bin konut sayısına yüz yirmi yılda ancak ulaşılabilir. Bu millet depreme karşı güvenli konutlarda oturabilmek için yüz yirmi yıl bekleyebilir mi sizce?

Kurumlar arasındaki bilgi akışının düzenlenmesi ve hazırlanan planların uygulanıp uygulanmadığının kontrol edilmesi için önerilen Afet ve Acil Durum Yüksek Kurulu kurulmasının yeterli olmayacağını görüyor, bu işlerin sorumlu ve yetkili bir başının olması gerektiğini öneriyoruz. Bu kişi, bugünkü sistem içerisinde bir cumhurbaşkanı yardımcısı, parlamenter sisteme geçildiğinde ise bir müsteşarlık olarak düzenlenmesinin gerekli olduğunu düşünüyoruz.

Değerli milletvekilleri, iktidarın anlayış ve uygulamalarında genel olarak mühendis odaları yok sayılmaktadır. Raporun öneriler bölümündeki birçok maddede mühendis odalarının çözüm ortağı olarak yer almasını önerdik ama dikkate alınmadı. En başta inşaat mühendisleri olmak üzere jeoloji, jeofizik ve harita kadastro mühendisleriyle mimar ve şehir plancıları odalarının etkin görev almaları mutlaka sağlanmalıdır. Yapıların güvenli inşa edilmesi insan hayatının güvenliğiyle doğrudan ilgilidir. Sosyal yaşamın her anı inşaat mühendislerinin ürettiği yapılarda geçmektedir. Toplumun hangi kesiminden ve yaşı, cinsiyeti, mesleği ne olursa olsun herkes, inşaat mühendislerinin eseri olan yapılarda doğuyor, yaşıyor, çalışıyor, eğleniyor ve geziyor. Denebilir ki inşaat mühendisliği medeniyet mühendisliğidir.

Burada belirteceğim, dikkat çekeceğim en önemli husus ise mühendislerin iyi yetişmediği ve yetersiz kaldığıdır. İnşaat mühendisliği eğitiminin niteliği, fiziki altyapısı, donanımı, ayrılan bütçenin büyüklüğü, bu bütçeden araştırmalar için ayrılan miktar, öğretim üyesi ve öğrenci oranları ile ders müfredatı gibi eğitimi etkileyen bütün faktörler tartışmalı durumdadır. En başta YKS’de düzeltilmesi gereken hususlar vardır. Matematik, fizik, kimya bilmeyen lise mezunlarının inşaat mühendisi olabildiği bir ülkede hiçbir doğa olayı karşısında yeterli tedbir alınamaz. Rastgele mühendislik bölümleri açmak, kontenjanları artırmak ya cehaletin ya da kötü niyetin göstergesidir.

Açıkça ifade ediyorum: Ülkemizin çok sayıda mühendise değil, yeterli sayıda, donanımlı, iyi yetişmiş mühendise ihtiyacı vardır. Onun için bütün mühendislik bölümlerine yeterli sayıda kontenjan tanınmalı ve ilk 100 bin içerisinden öğrenci alınmalıdır. İnşaat mühendisliği için bu şart biraz daha ağırlaştırılmalı, ilk 50 bin içerisinden seçilmelidir. Kontenjanların çoğunlukla boş kaldığı inşaat mühendisliği ikinci öğretim bölümleri tamamen kapatılmalıdır. Altyapısı eksik olan üniversitelerdeki inşaat mühendisliği bölümleri de kapatılarak oradaki teknik imkân ve öğretim üyesi kaynakları diğer üniversitelerde toplanmalıdır. Yeni bölümler de artık açılmamalıdır.

93’ü devlet, 34’ü vakıf üniversitesinde olmak üzere toplam 127 inşaat mühendisliği bölümünden her yıl yaklaşık 8 bin öğrenci mezun olmaktadır. Ülkemizin ihtiyaçları dikkate alınmadan popülist politikalar sonucu çok sayıda üniversite açma politikası artık iflas etmiştir. Devasa boyutlara ulaşan üniversite mezunu işsizler ordusu ve bilim yuvası olmaktan uzaklaşmış üniversitelerle ülkemiz tam bir çıkmaza sürüklenmiştir. Üstelik umutları kırılmış 100 binlerce üniversite mezunu genç ile onları büyük fedakârlıklarla okutan mutsuz aileler oluşmuştur. Yazık değil midir bu insanlara, yazık değil midir Türk milletinin geleceğine?

bütün doğa olaylarında olduğu gibi depremlerde de olay sonrası açılan mahkemeler yıllarca sürmekte ve caydırıcı kararlar alınamamaktadır. Bu sebeple, doğa olayları için acilen ihtisas mahkemeleri kurulmalı, caydırıcı yönü ağır olacak yasalar çıkarılmalıdır. Davaların sonucunda suçlu bulunamamasının sebeplerinden biri de bilirkişilik müessesesinin işlememesidir. Bu konuda da yasal düzenleme yapılmalıdır. Donanımlı ve namuslu, gerçekten işi bilen kişilerden bilirkişi heyetleri oluşturulmalıdır.

Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için 2011 Van Erciş depremiyle ilgili yeni sonuçlanan bir mahkeme kararını paylaşmak istiyorum. Bu kararın muhatabı, 10 kişinin

öldüğü çöken binanın ilk proje sorumlusu mahkeme kararına isyan ediyor. On yıl süren mahkeme sonucu suçluların bazıları zaten vefat etti, geriye kalanların hepsine aynı ceza verilmiştir. Altı yıl sekiz ay hapis paraya çevrilmiş, 24 taksitle ödenmek üzere toplam 48.600 lira cezaya karar verilmiş.

Karara isyan eden iyi bir inşaat mühendisidir. Çok yakından tanıdığım için bu ifadeleri kullanıyorum, gerçekten iyi bir inşaat mühendisidir ve 1979 yılında kendi çizdiği projeye uygun olarak zemin katları inşa etmiştir. Ekonomik sebeplerle duran inşaatta, yıllar sonra üst katların yapımı devam etmiştir. Belediyenin karşısında olmasına rağmen ruhsatsız ve de projeye uygun olmayan yapılaşmanın yeni sorumlularıyla aynı kefeye konulmasını kabul edemiyor. “Bu olayda sorumlulara verilen ceza değil, ödüldür; insan hayatı bu kadar ucuz olmamalıdır.” diyor ki bence de haklıdır.

Toplanma alanları ve tatbikatlarla ilgili gelişmeler çok zayıf olmakla birlikte gerek Komisyondaki sunumlarda gerekse TRT’ye göre mükemmel gelişmeler var. Öncelikle toplanma alanlarıyla ilgili olarak şunu söylemeliyim: Komisyon olarak son toplantımız AFAD’da olmuştur. Orada sunum yapan AFAD Başkan Vekili kısa zamanda toplanma alanları konusunda çok başarılı çalışmalar yapıldığını ve kişi başına 3,5 metrekare civarında yer düşen alanlarda bütün sosyal ihtiyaçların karşılandığı gelişmeler sağlandığını ifade etmiştir.

Orada söylediklerimi tekrarlamak istiyorum, seçim bölgem İstanbul’da bizzat sahada tespit ettiğim birçok ilçe ve mahallede tam tersini gördüğüm için aynı durumda olan kendi oturduğum mahalleden örnek vereceğim. Toplanma alanı gözüken yerde kişi başına 0,6 metrekare yer düştüğünü, hiç konteyner konulmadığını ve diğer sosyal ihtiyaçların karşılanacağına dair en küçük bir emarenin bulunmadığını burada ifade ediyorum.

Şimdi, 27 Nisan 2021 günü TRT’de genişçe yayınlanan Anadolu Ajansı kaynaklı bir haberden de sizlere bahsetmek istiyorum. Devletin TRT’sindeki o habere göre, gene devletin ajansı tarafından verilen habere göre; 7,5 büyüklüğündeki bir depremde İstanbul’un kaderini belirleyecek eylem planı her ayrıntısıyla tamammış, toplanma alanı sayısı 5.600’e çıkmış, bu alanlarda acil durum konteynerleri varmış, enkaz ve arama kurtarma malzemeleri de hazırmış. Sosyal ihtiyaçlar karşılanmış; Kızılay aracı da bulunuyormuş, internet altyapısı da büyük oranda tamamlanmış. 197 transfer alanı hazırmış, çadır alanları da belirlenmiş. Depremden sonra depremzedeleri şehir dışına çıkarmak için -buraya lütfen dikkat edin- İstanbul dışına çıkarmak için İstanbul açıklarında tahliye gemileri bekleyecekmiş. 6 iskele, 3 tren istasyonu, 4 otogar ve 3 havalimanı tahliye için kullanılacakmış.

Değerli arkadaşlar, bu haberden sonra elbette herkesin içi rahatlamıştır artık. Ne var ki bir eksiklik görüyorum. Depremzedeleri tahliye gemilerine, trenlere, otobüslere ve uçaklara hangi yollardan, hangi araçlarla ulaştıracaklarını ve tahliyenin ne kadar süreceğini söylemeyi ihmal etmişler. Ben bunu İstanbul’da bazı kaymakamlıklardaki, çok sayıda muhtarlıktaki ve bizzat tatbikatın geçtiği söylenen Kâğıthane’de yaşayan insanlarla konuştum. Bu yapılanlara sadece aymazlık denir. Gerçekleri ya bilmemek ya da saptırmak kime ne kazandıracaktır? İstanbul’un birçok ilçesinde, mahallesinde insanlar orta şiddette bir depremde bile yerle bir olacaklarını söylüyorlar.

Çevre ve Şehircilik Bakanı aldığı talimata göre “rezerv alan” ilan ediyor; 1/100.000; 1/5.000 ve 1/1.000 ölçekli planları diledikleri gibi değiştirip ilan ediyor, itirazlara bakmadan da kesinleştiriyor. İstanbulluya ne gibi fayda sağlıyor? İşleri güçleri rantiyecilere imkân sağlamaktır.

Gidin bir İstanbul’u dolaşın, dolaşın da görelim. Ben dolaşarak geliyorum, yerinde gördüklerimi naklediyorum. Beykoz’dan Ümraniye’ye, Pendik’ten Sultanbeyli’ye, Maltepe’den Ataşehir’e her ilçe, her mahalle tehditle karşı karşıya, tehlikeli bir bekleyiş içerisindedir. TOKİ’yle oyaladığınız Maltepe’nin Esenkent Mahallesi’ne bir uğrayın; yoldan geçen tırların sarsıntısıyla bile yıkılmasından korkulan binalarda hâlâ insanlar oturuyor. Ataşehir, finans merkezi olarak ilan ettiğiniz, tamamına yakınını yandaşlara yaptırdığınız büyük binalarla doldurulmuş modern bir şehir görünümündedir. O modern şehrin içinde, binaların hemen yanı başında Aşık Veysel, Mustafa Kemal, Barbaros, Yenisahra, Mevlâna, Mimar Sinan, Örnek, Yeni Çamlıca gibi birçok mahalle var, oralarda insanlar yaşamıyor mı? Gidin bir dinleyin, bir kulak verin orada yaşayanlara. Depreme karşı kentsel dönüşüm adına ne adım atıyorsunuz ne de halkın güvenli konut yapmasına imkân veriyorsunuz. Bir deprem sonrası meydana gelecek enkazın ağır yükünü hiçbiriniz taşıyamazsınız. Uyarılarımıza artık ciddiyetle yaklaşın, kulak verin ve artık biz çözüm getirilmesini bekliyoruz. Beyoğlu, Kağıthane, Fatih, Sultangazi, Gaziosmanpaşa, Eyüpsultan, Bayrampaşa, Esenler, Bağcılar, Bahçelievler, daha birçoğu… Hiçbir ilçe daha farklı değil. Güngören’in Tozkoparan ve Küba Mahallelerindeki halkın feryadı sizi etkilemiyor mu? Bu anlayışla, gözleriniz sadece rantiyecileri görecekse bunun sonu nereye varacaktır? Toplumla dalga geçer gibi, her şeyin çok iyi gittiği algısını yaratmak sadece günü kurtarmaya yarar ama geleceğe dönük yapılması gereken faydalı işlere engel oluşturur. Ülkenin yöneticileri halkı oyalamak için algı operasyonu yapar mı, yaptırır mı? Bizim gibi ülkeler de yaptırır çünkü müeyyidesi yok zannedilir. Unutulmamalıdır ki karşılığı er geç görülecektir.

komisyon raporlarında yer alan önerilerden biri de yeni fon kurulmasıdır. “Fon” denilince herkesin aklına çok olumsuz şeyler geldiğinden eminim. Onun için bizim önerimiz yeni bir fon kurulacaksa hazırlanacak yasaya o fondaki paraların başka hiçbir yere aktarılamayacağı maddesi konularak fonda toplanacak paraların güvence altına alınmasıdır. Deprem risk ve zararlarının azaltılması için ihtiyaç duyulan kaynağın oluşturulması elbette şarttır. Daha önce oluşturulan fonlardaki paralar farklı yerlere harcandığı için ihtiyaç daha da artmıştır. Onun için şu hususlarda kaynak oluşturmak için düşünülmelidir: Devlet kurumlarında israfa son verilmeli, her türlü gösteriş sona ermeli, aşırı tüketim alışkanlığından vazgeçilmelidir. Kamu yatırımlarında haksız kazançlara fırsat verilmeden gerçek bedeller üzerinden ihalelerin gerçekleştirilmesiyle ciddi kaynaklar oluşacaktır. Bunun için Kamu İhale Kanunu uluslararası standartlara uygun, yarışmacı ve şeffaf olarak hazırlanmalı ve kalıcı hâle getirilmelidir. Garanti ödemeleri olan köprü, tünel, otoyol, havalimanı ve hastaneler gerçek değerleri üzerinden, makul müteahhitlik kârı eklenmek suretiyle geri alınmalıdır. Bu haksız ödemelerin bütçede en önemli gider kalemlerinden biri olduğu göze alınırsa ileriye doğru ne kadar büyük bir kaynağın oluşacağı kolayca hesaplanabilir.

Faiz ödemeleri azaltılmalıdır, devlet çarkını döndürmek için sürekli borçlanarak daha fazla faiz ödemek yerine tüketim ekonomisi modelinden vazgeçilerek üretim ekonomisi modeline dönülmelidir.

Tutturdunuz bir “Kanal İstanbul’u yapacağız.” diye, bir de depreme dayanıklı akıllı şehir kurulacakmış. Bunun söylemesi bile ayıptır. 16 milyon İstanbullu deprem korkusuyla yaşarken siz akıllı şehir kurarak kime hizmet edeceksiniz, zengin ettiğiniz rantiyeci yandaşlara ve Katarlılara mı? Bize göre 400 milyar liralık bir bedele mal olacağını hesapladığımız Kanal İstanbul için kaynak bulunabiliyorsa kanal yerine depreme öncelik verilmelidir. Bu paranın bir kısmıyla İstanbul’un deprem sorunu kökünden çözülebilecekken bu çözüm sağlanmadan Kanal İstanbul’dan asla söz edilmemelidir.

Komisyon raporundaki olumsuz gördüğümüz maddelerden biri de “Medya Araçlarının Etkin Kullanımı” başlığı altında Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığına koordinasyon görevi verilmesidir. Son zamanların en çok tartışılan, güven duyulmayan, yaptığı her iş ve eylemin şaibeli olduğu, parti teşkilat birimi gibi çalışan bir kuruma sorumluluk ve yetki verilmesi bize göre sakıncalıdır. Böyle bir durumda doğru haber alma kaynakları tamamen tıkanabilir. Basına sansür bile uygulanır ki Allah korusun, bir büyük depremden sonra kaos ortamı oluşur.

Değerli milletvekilleri, Komisyon çalışmalarımızın sonucu olarak ortaya konulan bu raporun güven verici ve doğru işlerin yapılacağına olan inancı artıran bir rapor olması için hiçbir gayreti esirgemeden destek verdik. Daha önce kurulan komisyon raporlarından farklı olarak yaptırım gücünün olması ve yaptırım yollarının da ortaya konmuş olması gerektiğini belirttik. Önerilerimizi Komisyon toplantılarında ve hazırlanan raporda bu doğrultuda yapmaya çalıştık. Bazı görüş ve önerilerimiz raporda yer almış, yer almayanları da ek görüş olarak rapora kaydetmiş olduk, bazılarını da burada ifade ediyoruz.

Her deprem sonrası yaraları sarmak için devlet çözüm getirmek zorundadır. Getirilen çözümler vatandaştan yana olmalıdır, zorluklarla ev sahibi olmuş hiç kimse mağdur edilmemelidir. Deprem olan her yer gibi İzmir Bayraklı’yı da yakından takip ediyoruz. Vatandaşın beklentileri doğru anlaşılıp ona göre çözüm bulunmalıdır. Tahrip olan bölgede belirlenen rezerv alanların imar durumlarına ada ölçeğinde veya daha geniş ölçekte revizyon yapmak gerekiyorsa esirgenmeden yapılmalıdır. Hangi oranda hasar görmüş olursa olsun, oturulması mümkün olmayan bütün yapılar güvenli olarak yenilenmelidir. Depremzedelerin evlerini hem küçülterek hem de ödeme gücünün üstünde bedellerle borçlandırmak suretiyle yenilenme düşüncesi adil olmadığı gibi gerçeklerle de örtüşmemektedir.

Yapı güvenliğinin sağlanması için güçlendirme seçeneğinin teşvik edilmesi mevcut yapı stoku göz önünde bulundurulduğunda doğru bir yaklaşım tarzı değildir. Bu anlayışla tehlike giderilmiş olmaz, sadece tehir edilmiş olur. En çok korkulan konulardan birisi depremde aile fertlerinin birbirleriyle haberleşmesinin kesilmesidir. Bu sağlanamadığı takdirde kendi yakınlarının telaşına düşenlerin görevlerinde verimli olmaları mümkün değildir. Haberleşme ağı güncellenerek en kısa zamanda tamamlanmalıdır.

Depremlerde ihmal edilmemesi gereken kesimlerden birinin de engelliler olduğu asla unutulmamalıdır. Her türlü yapılaşmada engellilere uygun tedbirlerin alınması yanında onlarla ilgilenecek görevliler de önceden belirlenmelidir. Son Silivri depremini hatırlayanlar olacaktır. Okul boşalırken engelli arkadaşının koluna giren iki kişi o çocuğu dışarı nasıl çıkarttıysa bütün Türk insanı, Türk milleti aynı duyguları taşıdığından eminim ama devlet devlet olarak tedbirlerini önceden almalı, her şey tıkır tıkır işlemelidir.

İncinebilir guruplar arasında ülkeye girişte turistlere dağıtılmak üzere broşürlerin hazırlanması fikrine karşıyız. Turizm çok kırılgan bir sektör olduğu için kullanılacak iletişim yöntemlerine çok dikkat edilmelidir. Deprem sonrasına ilişkin önerilere ilaveten gördüğümüz en önemli hususlardan biri deprem sonrası ekonomi konulu bilimsel toplantıların en kısa zamanda yapılmasını öneriyoruz. Bu toplantılar kapsamında öncelikle İstanbul için deprem sonrası ortaya çıkacak ekonomik sorunların belirlenmesi ve alınacak tedbirler üzerine kapsamlı bir çalışmanın hemen başlatılması gereklidir.

Değerli milletvekilleri, ülkeyi yönetenlerin başarılı sayılabilecek bazı küçük çalışmalarla avunmasını ve “Çok başarılı işler yaptık.” algısının yerleşmesinin doğru olmadığını söylüyoruz. Komisyonumuza bilgi veren Çevre ve Şehircilik Bakanı Elâzığ’da minik bir örnek, sadece köyde yapılan bazı örneği göstererek “Biz deprem işini çözdük.” algısını yaratmaya çalışmıştır. Orada gösterdiğim tepkiyi burada tekrarlamak istiyorum, bu küçük örneklerle hiç kimse avunmasın. En büyük endişemiz bu düşünce tarzıyla her deprem sonrası gözyaşlarının dökülmeye devam edecek olmasıdır. “Yapacağız.” demekle hiçbir gelişme olmuyor. Bilime saygılı olarak bütün paydaşlarla birlikte çözüm aramak ve bulunan çözüm önerilerini uygulamak şarttır. Yer altı ve yer üstü bütün yapıların incelenmesi artık bitirilmelidir, sağlam olan yapılar kalmalı, sağlam olmayanlar yıkılıp yeniden yapılmalıdır. Bundan sonra yapılacak inşaatların tamamı güvenli olmalıdır, bürokratik engeller kaldırılmalı, süreçler kolaylaştırılmalıdır. Başta İstanbul olmak üzere deprem kuşaklarında yer alan yapı stoku değiştirilmezse, kimsenin şüphesi olmasın depremler bu yapı stokunu değiştirecektir, bedeli de çok ağır olacaktır.

Değerli milletvekilleri, deprem konusunda bugüne kadar halkın yararına verilen sözler ile atılan adımlar göz önüne alınınca bu rapordaki önerilerin uygulanmayacağını ve deprem konusunda köklü çözüm getirilemeyeceğini düşünüyorum. Sebebi de iktidarın bilimden uzak, rantçı anlayışıdır. Bu hükme nasıl vardım derseniz size bir halk hikayesi anlatayım. Adamın biri yürüyerek bir köye gidiyormuş. Şehrin çıkışında bilge bir adama rastlamış ve sormuş: Ben falanca köye kaç saatte varırım? Bilge adam seslenmemiş. Tekrar yüksek sesle bir daha sormuş, bilge adamdan yine ses yok. Herhalde sağır bu adam dediklerimi duymuyor diye söylenerek devam etmiş yoluna. Arkasından bilge adam bağırmış yolcuya sen bu yürüyüşle iki saatte değil, iki günde ancak varırsın. Yolcu dönüp bilge adamın yanına gelmiş. Yahu, kaç defa sordum cevap vermedin, arkamdan bağırıyorsun. Niye böyle yaptın?

Bilge adam, evladım önce yürüyüşünü bir göreyim dedim ona göre cevap verdim demiş. Ben de iktidarın depremle ilgili yaptığı işleri bir mühendis gözüyle görüp, inceledikten sonra diyorum ki: Deprem sorununu çözemezler, keşke yanılsam yanılsam da olumlu gelişmeler olsa, sorun çözülse. Biz İYİ Parti olarak deprem sorununun kararlılıkla ve bilimsel metotlarla çözüleceğine inanıyoruz. Türk milletinin hiçbir ferdi şüphe etmesin İYİ Parti iktidarında deprem konusunda mutlaka başarılı işler yapılacak, sorun kökünden çözülecek ve herkes güvenli yapılarda huzur içinde yaşayacaktır.